Geçtiğimiz yazıda Rahmetli İnce Şerife ablanın yaptığı düğün sulusunun kokusunu alıp sulunun tadını daha da damağımızda bırakan krom kap kacaktan dem vurmuş, o kap kacağın tıkırtısı ile şenlenmiş, hayatımızdan bu kaplar gibi birçok şeyin usulca kaybolmaya başladığından bahsetmiştik. Her ne kadar kaybolmaya başladıysa da hâlâ krom kapları bulabileceğimiz ve memleketi sevmek denilince kap kacak takırtısı arasında oturmuş hali ile kalemimin ucuna gelen Havus (Hafız) Ahmet abi ve dükkânı geldi kalemimin ucuna. Kalemim, baba mesleğini devam ettiren, dükkânı da kendi de şahsına münhasır olan, her evde onun dükkânından alınmış en az bir eşyanın olduğu ıncık cıncık ne varsa bulunabilen bu güzel dükkânı ve sahibini yazmazsam kırılırım dedi. Memleketini seveceksen onun gibi seveceksin diye de ekledi kalem. Çünkü baba mesleğine, ata mesleğine sahip çıkmak kolay iş değildir.
Kalemi kırmadan, zamanında babası Havus (Hafız) Dayı’dan, şimdi de kendisinden alınan krom kap kacağın düğüne hazırlanmak için alelacele düğün kap kacağının yıkandığı düğün evinin kapısına, hortumun ucunun ulaştığı leğenlerin başındaki muhabbete götürüverdim kalemi. Sulu bulaşığı yağlı olur, ilçemizin tabiri ile “sifirli”. Sifirli kabı kacağı yıkayan hısım akrabanın konu komşunun kap kacak tıkırtısına karışan düğünde giyileceklerin, düğün alışverişini kimden yaptıkları konuşmalarını yazmaya başladı kalem.
Düğünler, insan içine çıkılacağı, arz-ı endam edileceği için kılık kıyafetin bayramlıklardan sonra en önemli olduğu anlar. Ne der Mevlâna: “İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır.”
Kıyafet deyince; kalem, hemen ilçemizin konfeksiyoncularını yazmaya başladı. Esnaflıklarının her zaman hakkını veren işlerini severek yaptıklarını yıllara meydan okuyan dükkanları ile hepimizi giydiren; ailecek çalışmanın zor olduğu koşullarda dahi birbirlerine sımsıkı sarılan ve aile esnaflığını dükkanlarının samimiyetine sığdıran Nalbant Ahmet abi ve oğulları, Kökü Yusuf abi ve oğulları memleletini sevmek denilince aklıma ilk gelen isimler oldular. Sonra Dede Kuş abinin dükkânı, Aziz Metin abinin dükkânı da diğer hatırı sayılır dükkânlar. Ve halk ağzında “Töğmen” diye söylenen Teoman abinin dükkânı. Kimleri kimleri giydirmediler değil mi? Dışımızı az mı süsledik onların şehirden getirdikleri ile. İlçemizin modacıları onlardı. Memleketini sevdikleri için halkın ve modanın nabzını tutup müşteri memnuniyetini her zaman başlarının tacı eden esnaflıkları onları halkın vazgeçilmezi yapan.
Her kesime hitap eden ürünleri müşterilerine sunmaları bir memleketi sevmek böyle olur dedirtmiyor mu size de? İnternet çıktığından bu yana yitip giden alışveriş samimiyetinin en bol bulundupu yerlerdir saydığımız konfeksiyonlar. Ninelerimizi iyi tanırlar mesela, onlara hediye eteklik, elbiselik, şalvarlık alınacağı zaman hangi kumaşın iyi gideceğini şıp diye söyleyiverirler. Öyle zincir mağazalar gibi değildir belki ama ne ararsan bulunur konfeksiyonlarda. Veresiyeleri, güleryüzleri, “sana şu güzel gider” diye başlanan cümleleri, tezgâhın arkasında durup raflardan müşterinin seçtiği modelin diğer renklerini açan maharetli elleri, paran yetmediğinde “bu da bizden olsun” cömertliği de bulunur kıyafetler gibi.
Kıyafetleri aldık ayakkabısı, terlik pabucu var bir de giyim kuşamın. Ayaklarımızı, bizleri hayra ya da şerre götüren uzvumuzu kim giydirecek. Düğünlerin olmazsa olmazı halayları çekerken, orta oyunlarını oynarken rahatsız olduğunda dünyayı bize dar eden ayakkabıların rahatsız etmemesi için en uygununu verip kim ayaklarımızı yerden kesecek. Sizin de dediğiniz gibi Kunduracı Tekere Süleyman abi ve oğulları ile Cin Ali abi. Yıllara meydan okuyan ve tüm ahalinin ayaklarını ayakkabısız görenlerimiz. Var olsunlar hepsi de.
Dikkat ettiniz mi bilmem ama hep ailecek yapılan mesleklerinden de dem vurduk saydığımız güzel isimlerin. Babalar ve Oğullar…
Bir memleketi sevmek aile olmakla başlar. O sebeple Bir memleketi sevmek deyince kalemin yazdığı aileleri hep hatırlamak ve iyi ki varsın demek düşer sevgili okurlar. Memletine ailecek hizmet etmek alkışlanası değil mi sizce de?
İnsanların birbiri ile anlaşamadığı, birbirinin kuyusunu kazdığı, en iyisi ben olayım diyerek birbirlerinin ayaklarını kaydırmak için uğrştıkları zamanımızda hem esnaflıkları ile hem de baba mesleklerini devam ettirmeleri ile hepimize güzel örnek ilçemizin esnafları.
Giydik kuşandık baştan ayağa sevgili okurlar, dışımızı süsledik peki ya içimizi. Dışımızı süsleyen esnaflarımız var diye şükrettik. Peki ya içimizi kim süsleyecek. İç süslemek için bir dükkân yok. “İş insanın kendine düşer.” dedi içinizden biri, kalem öyle diyor. Evet iş bize düşüyor. Mevlâna: “İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır.” demişti ya yazımızın başında işte ilim ve ahlâk içimizi süsleyecek. İçimizi süslediğimizde kıyafetlerimiz daha da yakışır, çul olsa üstümüzdeki atlas libas, ipekli kumaş gibi durur. Ama içimiz çirkin olursa atlas libas giysek, ipekler kuşansak, altınlar sırmalar ile bezensek de çul olur.
Söz yine nerden nereye geldi değil mi? Böyle işte bu söz. Yine uçlandı. Balla keselim sözü de diğer yazımıza kadar tatlansın. Selametle sevgili okurlar…
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Tuğba Kumru
BİR MEMLEKETİ SEVMEK / 5
BİR MEMLEKETİ SEVMEK / 5
Geçtiğimiz yazıda Rahmetli İnce Şerife ablanın yaptığı düğün sulusunun kokusunu alıp sulunun tadını daha da damağımızda bırakan krom kap kacaktan dem vurmuş, o kap kacağın tıkırtısı ile şenlenmiş, hayatımızdan bu kaplar gibi birçok şeyin usulca kaybolmaya başladığından bahsetmiştik. Her ne kadar kaybolmaya başladıysa da hâlâ krom kapları bulabileceğimiz ve memleketi sevmek denilince kap kacak takırtısı arasında oturmuş hali ile kalemimin ucuna gelen Havus (Hafız) Ahmet abi ve dükkânı geldi kalemimin ucuna. Kalemim, baba mesleğini devam ettiren, dükkânı da kendi de şahsına münhasır olan, her evde onun dükkânından alınmış en az bir eşyanın olduğu ıncık cıncık ne varsa bulunabilen bu güzel dükkânı ve sahibini yazmazsam kırılırım dedi. Memleketini seveceksen onun gibi seveceksin diye de ekledi kalem. Çünkü baba mesleğine, ata mesleğine sahip çıkmak kolay iş değildir.
Kalemi kırmadan, zamanında babası Havus (Hafız) Dayı’dan, şimdi de kendisinden alınan krom kap kacağın düğüne hazırlanmak için alelacele düğün kap kacağının yıkandığı düğün evinin kapısına, hortumun ucunun ulaştığı leğenlerin başındaki muhabbete götürüverdim kalemi. Sulu bulaşığı yağlı olur, ilçemizin tabiri ile “sifirli”. Sifirli kabı kacağı yıkayan hısım akrabanın konu komşunun kap kacak tıkırtısına karışan düğünde giyileceklerin, düğün alışverişini kimden yaptıkları konuşmalarını yazmaya başladı kalem.
Düğünler, insan içine çıkılacağı, arz-ı endam edileceği için kılık kıyafetin bayramlıklardan sonra en önemli olduğu anlar. Ne der Mevlâna: “İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır.”
Kıyafet deyince; kalem, hemen ilçemizin konfeksiyoncularını yazmaya başladı. Esnaflıklarının her zaman hakkını veren işlerini severek yaptıklarını yıllara meydan okuyan dükkanları ile hepimizi giydiren; ailecek çalışmanın zor olduğu koşullarda dahi birbirlerine sımsıkı sarılan ve aile esnaflığını dükkanlarının samimiyetine sığdıran Nalbant Ahmet abi ve oğulları, Kökü Yusuf abi ve oğulları memleletini sevmek denilince aklıma ilk gelen isimler oldular. Sonra Dede Kuş abinin dükkânı, Aziz Metin abinin dükkânı da diğer hatırı sayılır dükkânlar. Ve halk ağzında “Töğmen” diye söylenen Teoman abinin dükkânı. Kimleri kimleri giydirmediler değil mi? Dışımızı az mı süsledik onların şehirden getirdikleri ile. İlçemizin modacıları onlardı. Memleketini sevdikleri için halkın ve modanın nabzını tutup müşteri memnuniyetini her zaman başlarının tacı eden esnaflıkları onları halkın vazgeçilmezi yapan.
Her kesime hitap eden ürünleri müşterilerine sunmaları bir memleketi sevmek böyle olur dedirtmiyor mu size de? İnternet çıktığından bu yana yitip giden alışveriş samimiyetinin en bol bulundupu yerlerdir saydığımız konfeksiyonlar. Ninelerimizi iyi tanırlar mesela, onlara hediye eteklik, elbiselik, şalvarlık alınacağı zaman hangi kumaşın iyi gideceğini şıp diye söyleyiverirler. Öyle zincir mağazalar gibi değildir belki ama ne ararsan bulunur konfeksiyonlarda. Veresiyeleri, güleryüzleri, “sana şu güzel gider” diye başlanan cümleleri, tezgâhın arkasında durup raflardan müşterinin seçtiği modelin diğer renklerini açan maharetli elleri, paran yetmediğinde “bu da bizden olsun” cömertliği de bulunur kıyafetler gibi.
Kıyafetleri aldık ayakkabısı, terlik pabucu var bir de giyim kuşamın. Ayaklarımızı, bizleri hayra ya da şerre götüren uzvumuzu kim giydirecek. Düğünlerin olmazsa olmazı halayları çekerken, orta oyunlarını oynarken rahatsız olduğunda dünyayı bize dar eden ayakkabıların rahatsız etmemesi için en uygununu verip kim ayaklarımızı yerden kesecek. Sizin de dediğiniz gibi Kunduracı Tekere Süleyman abi ve oğulları ile Cin Ali abi. Yıllara meydan okuyan ve tüm ahalinin ayaklarını ayakkabısız görenlerimiz. Var olsunlar hepsi de.
Dikkat ettiniz mi bilmem ama hep ailecek yapılan mesleklerinden de dem vurduk saydığımız güzel isimlerin. Babalar ve Oğullar…
Bir memleketi sevmek aile olmakla başlar. O sebeple Bir memleketi sevmek deyince kalemin yazdığı aileleri hep hatırlamak ve iyi ki varsın demek düşer sevgili okurlar. Memletine ailecek hizmet etmek alkışlanası değil mi sizce de?
İnsanların birbiri ile anlaşamadığı, birbirinin kuyusunu kazdığı, en iyisi ben olayım diyerek birbirlerinin ayaklarını kaydırmak için uğrştıkları zamanımızda hem esnaflıkları ile hem de baba mesleklerini devam ettirmeleri ile hepimize güzel örnek ilçemizin esnafları.
Giydik kuşandık baştan ayağa sevgili okurlar, dışımızı süsledik peki ya içimizi. Dışımızı süsleyen esnaflarımız var diye şükrettik. Peki ya içimizi kim süsleyecek. İç süslemek için bir dükkân yok. “İş insanın kendine düşer.” dedi içinizden biri, kalem öyle diyor. Evet iş bize düşüyor. Mevlâna: “İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır.” demişti ya yazımızın başında işte ilim ve ahlâk içimizi süsleyecek. İçimizi süslediğimizde kıyafetlerimiz daha da yakışır, çul olsa üstümüzdeki atlas libas, ipekli kumaş gibi durur. Ama içimiz çirkin olursa atlas libas giysek, ipekler kuşansak, altınlar sırmalar ile bezensek de çul olur.
Söz yine nerden nereye geldi değil mi? Böyle işte bu söz. Yine uçlandı. Balla keselim sözü de diğer yazımıza kadar tatlansın. Selametle sevgili okurlar…
Tuğba Yalınkat Kumru